Sizden Gelenler1

Sizden Gelenler1

Gürün : Beş Beldenin Biri…

Ben Gürün’de doğdum. (Ömer Seyfettin’e selam olsun.) Hani şu; Kayseri-Malatya Devlet Karayolu üzerinden doğuya veya güney doğuya gidenlerin içinden mutlaka geçtikleri, kimi zaman zorunlu, kimi zaman isteyerek mola verdikleri küçük, şirin ilçede.

Aslında bakmayın ilçenin şimdiki küçük haline; çok görmüş, geçirmiş topraklar burası. Aşağıda sözünü edeceğim Şuğul Kanyonunda yer alan Hitit Kitabesine göre tarihi geçmişi M.Ö. 2000’li yılların başına kadar uzanıyor. Çok farklı uygarlıklara ait kaynaklarda adı geçiyor; Kapadokyalılar Tegarama, Asurlular Tilgarimmu, Hititler Gurunian veya Tagarama, Kimmerler ve İskitler ise Tehaorma demişler örneğin. İlçeye bağlı Tekirahma köyü bu isimleri yaşatıyor belki de. Daha sonra Persler, Makedonlar, Doğu Romalılar ve Bizanslılar yurt edinmişler burayı. Son olarak 1408 yılında Osmanlı topraklarına katılmış. Osmanlı döneminde 1869 yılında ise ilçe statüsüne kavuşmuş.

Tarihi böyle de, ya coğrafya? “Gürün’de yere düşen iki damla yağmurdan birisi Fırat yoluyla Hint Okyanusuna, diğeri Kızılırmak ve Ceyhan ırmaklarıyla Atlas Okyanusuna karışır.” Bir kaynaktan okuduğum bu cümle karşısında şaşırmamak, burası nasıl bir coğrafya diye düşünmemek elimde değil, Ama gerçek böyle. Gürün’de doğan ve Fırat’a karışan Tohma Çayı ile Ceyhan’a kavuşan Akdere’nin akış yönü bunu mümkün kılıyor. Bu haliyle iki okyanusun sularının bölündüğü noktada; su bölümü çizgisi üzerinde yer alıyor Gürün.

Kendisi Tohma çayı vadisinin doğu-batı eksenine yerleşmiş. Kimbilir belki bendeki “içinden nehir geçen şehir” sevgisinde “içinden çay geçen ilçe”de doğmuş olmamın etkisi vardır. Rakım yüksek: 1250 mt. Zira İç Anadolu Bölgesinde Uzunyayla denilen yüksek platolar topluluğunun bir parçası burası. Zamanında meşe ve ardıç ağaçlarından oluşan ormanlarla kaplı olduğu bilinen bu plato, şimdi insana hüzün verecek kadar çıplak. Bu nedenle Gürün’ü içine alan vadi, çölde karşılaşılan vaha gibi iyi geliyor insana.

Gerçekten Kayseri’den hareket edip, Malatya karayolunun içinden geçtiği yüksek platonun uçsuz bucaksız bozkırında ilerlerken, Gürün’e yaklaştığınızı, trafik işaretine gerek duymadan etrafta çoğalan yeşillikten anlarsınız. Yol boyu size eşlik eden kavak, söğüt, iğde ağaçları Tohma Çayı vadisinde ilerlediğinizi, genellikle kayısı, dut, elma ve cevizden oluşan meyve ağaçları da Gürün merkezine ulaştığınızı haber verir.

Gürün’e ulaşmak için bu yolun dışında Akdeniz’i Karadeniz’e bağlayan yollardan birisi olan Mersin-Erzurum-Rize Karayolunun da kullanılması mümkündür. Görüldüğü gibi “Bütün yollar Gürün’e çıkar” diyecek kadar iddialı olamasak da, Gürün’ün önemli bir yol kavşağında bulunduğu tartışılmaz. Başka bir deyişle; Anadolu’nun doğu-batı ve kuzey-güney ekseninin kesişim noktalarının birinde yer almakta ve Akdeniz, Doğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgelerinin birbirine açıldığı anahtarı temsil etmektedir.

Esasen bu yeni bir durum da değildir. Eski ticaret yolu olarak bilinen, daha sonra Kral Yolu olarak adlandırılan yolun kollarından birisinin de buradan geçtiği bilinmektedir.

Bunları neden anlatıyorum? Birincisi ulaşımın kolaylığını vurgulamak. İkincisi söz konusu yol ağı nedeniyle kurulan çok sayıdaki konaklama tesisinin Gürün ekonomisine sağladığı katkının altını çizmek. Buna bağlı olarak aynı tesislerin ilçenin ziyaretçilerinin özellikle beslenme ihtiyaçlarının giderilmesi için iyi bir imkân olduğunu belirtmek. Bu sayede Gürün’e yolu düşenlerin haftanın her gününde ve günün her saatinde sıcak yemek bulması mümkündür. Eğer tercihiniz kırmızı et ise o yüksek yaylalarda beslenen büyük ve küçükbaş hayvanlardan elde edilen etlere güvenebilirsiniz. Yok, “balık severim” diyorsanız, Akdere’de, Gökpınar’da üretilen alabalıklar sizi memnun edebilir. Zamanında bu sularda doğal olarak yetişen o güzelim kırmızı benekli narin alabalıklar, artık kurulan balık çiftliklerinde üretiliyor. Hem alabalığın temsil özelliği, hem de üretiminin önemli bir gelir kaynağı olması nedeniyle yaz aylarında “alabalık festivali” bile düzenleniyor.

Yeşilin içinden geçerek merkeze gelinip “nasıl bir yer burası” diyerek etrafa bakıldığında ilk göze çarpan, hiç şüphesiz vadinin ve ilçenin kuzey yamacını süsleyen mağara görünümlü  “kaya evler” olacaktır. Yapılan araştırmalar kaya evlerin M.Ö. 2000’li yıllarda Hititler tarafından kale olarak kullanıldığını gösteriyor. Farklı yerlerden girişleri bulunan ve birbirleri ile bağlantılarının olduğu tespit edilen bu kaya evlerde 150 metre uzunluğunda dehlizler bulunuyor. Yine evlerden birisinde bulunan koridorun 15 mt. sonra ikiye ayrıldığı, ayrılan yollardan birisinin hemen kapandığı, diğerinin ise bir süre sonra çökme nedeniyle tıkandığı tespit edilmiş durumda. Bu durum ikinci koridorun devamında aşağıya bir inişin olduğu, belki bir yer altı şehrinin bulunduğu savını güçlendiriyor. Daha da ötesi çocukluğumdan beri halk arasında kaya evlerin 2,5 km güneybatısında bulunan Burçevi kalıntıları ve harap şatosu arasında yer altı bağlantısının bulunduğu anlatılmaktadır. Ancak bağlantının ortaya çıkarılması için yeraltında yapılan araştırmalar, çökme tehlikesi ve oksijen azlığı gibi nedenlerle şimdilik sonlandırıldığından sonuç henüz belirsiz.

Bununla birlikte bir zamanlar Gürün’ün sakinlerine barınaklık eden bu kaya evlerin şimdiki sakinlerinin de hayatına dahil olması için bir restorasyon projesi hazırlandığını biliyorum. Umarım doğru hazırlanmış ve uygulanmış güzel bir proje ile burası, hem Gürün’ün estetik değerini artırır, hem de sadece sakinlerine değil ziyaretçilerine de keyif veren bir mekâna dönüşür.

Kaya evlerden söz ettik, şimdi sıra Gürün Konaklarında. Ne yazık ki şimdi çok az sayıda kalmış olan ve daha çok Ketençayır Mahallesinde bulunan bu konaklar, eski Gürün’de gündelik yaşama dair önemli ipuçları veriyor. Genellikle bahçe içinde, taş ve ahşap kullanılarak yapılmış olan bu yapılar, çift kanatlı, üzerlerinde çeşitli şekillerde zarif tokmaklar bulunan, büyük ahşap kapılar ile sokağa açılır. Genellikle zemin ve üstündeki tek kattan oluşur, sokak tarafına yapılan çıkmalarla üst kat genişletilir. İnce, uzun dikdörtgen şekilli ve çok sayıdaki ahşap pencereler ile yüksek tavanlar, konakların içinde aydınlık ve ferah bir atmosfer sağlar. Bazılarının çatı katı yapılan cihannümalar ile taçlandırılır. Yakın tarihte uygulanan bir restorasyon projesi ile merkeze çok yakın olan Edip Başer Caddesinde bulunan evlerin en azından dış cephelerinin yenilenmesi, Gürün’ün mimari dokusunun korunmasını sağlayan ve bu güzel yapıların hayatımızdan çekilmesini önleyen bir gelişme olduğundan sevindiricidir.

Bu evler dışında ilk inşası yaklaşık 400 yıl önce Osmanlı döneminde gerçekleştirilen ve 20 yüzyıl başında özel olarak dışarıdan getirilmiş taşlarla yeniden yapılan Ulu Cami, birçok Anadolu yerleşiminde olduğu gibi şehir merkezini belirleyen asaletiyle ilgiyi hak ediyor. Ve hemen yanındaki Halk Kütüphanesi Binası. Çocukluğumun en heyecan verici yapılarından olan bu bina, Cumhuriyetin ilk yıllarında kesme taştan yapılmış. Şimdilerde ne yazık ki restore edilerek Hanımlar Evi olarak kullanılan bu bina, benim kuşağımdan, kitaba ulaşması kolay olmayan Gürünlü çocukların okuma iştahını doyurduğu büyülü bir mekân olmuştu. O yıllarda içindeki kitaplarla o kadar meşguldüm ki; binanın kendi güzelliğini çok sonraları fark ettim. Ama siz ihmal etmeyin, eğer yolunuz düşerse; mutlaka görün derim.

Çocukluğumun ikinci büyülü mekânı; Kale Sineması. O zamanlar öyle derdik, çünkü o isim altında, orada, 60’lı, 70’li yılların Türk filmlerini, heyecandan nefes almayı unutarak, seyrettik yıllarca. Yine çok sonraları buranın aslında bir kilise olduğunu öğrendim. Sinema kapandıktan sonra bir ara düğün salonu olarak hizmet veren binada, geçtiğimiz yazın, restorasyon çalışması başladığını ve sökülen yerlerden eski kilisenin mimari güzelliğinin ortaya çıktığını görmekten mutlu oldum. Yukarıda sözünü ettiğim kaya evlerin hemen altında bulunan kilisenin, bu evlerle birlikte ele alınarak korunmasının, Gürün’ün eski sakinlerine saygının gereği olduğunu düşünüyorum.

Gürün’ün yukarıda sözünü ettiğim ulaşım yönündeki kavşak niteliği, buraya yapılan yerleşimler nedeniyle kültürel niteliğini de zenginleştirmiştir. Bir zamanlar yoğun olan Ermeni nüfusun dışında Balkan, Ağrı-Kafkas göçmenleri ve Uzunyayla’ya yerleştirilen Çerkezlerin taşıdığı yaşama alışkanlıkları ile yerli kültürün zamanla harmanlanmasından oluşan melez bir kültür egemendir.

Merkez dışına çıkıldığında iki önemli çekim alanı var: Gökpınar Gölü ve Şuğul Kanyonu. Önce Gökpınar. Merkezden Malatya yönüne devam ederken, Gökpınar tabelası ile sağa ayrılan dar asfalt yol, 10 km’lik Gökpınar yolunun başlangıcıdır. Tohma vadisinin yeşilini arkada bıraktıktan sonra sizi karşılayan ve göz alabildiğine uzanan engebeli, çıplak dağlar, bir güzellik vaat etmediğinden, etrafa, şaşkın bakakalırsınız. Ama inanın bu iddiasız, tozlu bozkır, bağrında olağanüstü bir sürpriz saklıyor. Sabredin ve hatta yoldayken, bildiğiniz bütün su renklerini unutun derim; deniz mavisini, su yeşilini, turkuazı, hepsini. Eğer unutmaz iseniz, gördüğünüzün bir su rengi olduğuna asla inanamayacaksınız. Bunu biliyorum, çünkü benimle gelen her ziyaretçi suya boya katılmış olabileceğini düşündü ve “bu doğal su rengi olamaz” diye şaşkınlığını dile getirdi. O kadar olağandışı, güzel, ama doğal. Üstelik güneşin konumuna göre sürekli değişen turkuaz ağırlıklı bir renk cümbüşü. Göl zemininin bu oyunbaz sırrı da henüz çözülebilmiş değil. Olsun! O sır hayatımızda kalsın yeter.

Aslında göl küçük sayılır, Yaklaşık 4000 metrekarelik bir alanı kapsıyor. Yaslandığı kayaların dibinden kaynayan suyun kabarcıkları net bir şekilde görülüyor. Yer, yer 20 metreye varan derinliğine rağmen göle atılan bir çakıl taşını zemine inene kadar izlemek mümkün. Daha önce atılmış madeni para ve gazoz kapakları, hani, el uzatılsa alınacak kadar yakında hissediliyor. Su o kadar ince, şeffaf ve parlak. Ayrıca çok soğuk, bu sayede kırmızı benekli alabalıklar içinde mutlu, mesut yaşıyor. Bize de bu doğal akvaryumu kıyıdaki küçük iskeleden veya göl üzerindeki bir sandaldan seyrederek mutlu olmak kalıyor.

Üstelik yakın zamanlarda yapılan peyzaj düzenlemesi ile göl çevresi güzel bir doğal yaşam parkına dönüştürüldü. Bu kapsamda yapılan otel, restoran, kafe, çocuk oyun ve piknik alanları ile yürüyüş yolları ziyaretçilerinin ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabiliyor. Gölde değilse de, boşalarak akarsuya dönüştüğü yerde balık tutmak serbest. Zaten hemen yanıbaşında balık çiftliği var. Ayrıca dalış eğitimleri de veriliyor. Yani Gökpınar’dan ayrılmak hiç kolay değil, ama sırada Şuğul Kanyonu var.

Şuğul Kanyonu batı, yani Kayseri yönünde yer alıyor. Şehir merkezine 2 km. uzaklıktaki Şuğul mahallesine ayrılan yoldan, yaklaşık 3.5 km. gidildikten sonra ulaşılıyor. Gövdeli Dağından kaynayan ve Hint Okyanusunun kısmeti olan suların, Tohma Çayını oluşturmak üzere toplanıp, coşkuyla içinden geçtiği bu dar derin vadi, dik kayalıkları ile ürkütücü, küçük şelaleleri ve iğde, kuşburnu, karamuk, sumak çalıları ile sevimli, ama her koşulda görülesi bir yer. Vadinin bir yamacında açılan yer yer stabilize asfalt yürüyüş yolu, yaklaşık 7 km uzunluğunda. Girişteki iki ayrı kayada bulunan, dört ve yedi satırlık Hiyeroglif alfabesiyle yazılmış Geç Hitit Kitabesi ve su kanalları, Kanyonun insanlığa hizmetinin tarihi tanıkları olarak bu güzelliği tamamlıyor. Takdir sizin. İster oltayla balık tutar, ister yürüyüş yapar, ister İsli Mağarada yüzer, isterseniz orada bulunan dinlenme tesisinde, balık çiftliğinde yeşilin, suyun ve kuş seslerinin tadını çıkarırsınız.

Gürün’ün gezi potansiyeli bunlardan ibaret değil elbette. Hüyüklüyurt, Karaören, Başören, Yılanhüyük, Göbekören, Sarıören, Bozhüyük, Davulhüyük, Taşlıhüyük, Bunlar Gürün’e bağlı bazı köy ve beldelerin isimleri. Sizce bu isimler, arkeolojik açıdan zenginlik vaat etmiyor mu? Hatta Tepecik köyünde tesadüfen bulunan taban mozaiği bunu ispat etmiyor mu? Öyle ise daha fazla ilgi ve destekle daha varsıl, daha estetik, daha yaşanılası ve görülesi bir Gürün umut edebiliriz.

Gürün’e ne zaman gidilir? Galiba en uygun zaman yazın son iki ayı ve sonbahar. Bu dönem taşra yaşamının ve bereketin daha yoğun hissedildiği dönemdir. Ayrıca bölgenin rakımının yüksek olması bahçelerin ve pazarın şenlenmesini geciktirir. Burada endemik olarak yetişen hünkar, sarısultan, şah ve ayvaniye (isimlerdeki saraylı tınıya dikkatinizi çekerim.) elmalarını tatma, satın alma imkanı olur. Bu elmaları anlatamayacağım, çünkü rengi, kokusu ve tadı kelimeler ötesi. Ancak deneyimle hakkı verilebilir. Dahası bu dönemde taze dut bile yiyebilirsiniz. Gürün’de dutlar haziran sonundan, eylül sonuna kadar meyve vermeye devam eder. Eğer bu dönemde yolunuz düşerse kayısı, dut kurusu, pestil, dut pekmezi ve cevizler hediye paketlerine girmek için sizi bekliyor olacaktır.

Hiç şüphesiz Gürün değişiyor. Çocukluğumun, daracık sokaklı, komşuya ortak bahçe duvarından atlanarak gidilen, evlerin bahçe yeşilliği içinde kaybolduğu, sonbaharda hünkâr elması kokan Gürün yok artık. O sokaklar genişletildi, bahçeler arasında yeni yollar açıldı. O bahçelerin çoğunda apartmanlar yükseliyor. Vadinin her iki sırtında, basamaklar halinde düzleştirilerek oluşturulan bahçeler şimdi sahiplerinin göç etmesi veya yaşlanması sonucu bakımsız kaldığından ilgiye muhtaç, bekliyor. Biliyorum, değişim esas, ama değişirken daha az zarar verilseydi. Keşke apartmanlar verimsiz yerlere kaydırılsaydı, o bahçelere gereken ilgiyi göstermenin formülü bulunsaydı, o koku kaybolmasaydı.

Bitirirken bana şunu soracağınızdan eminim: Anlattıklarının yazının başlığı ile ne alakası var? Efendim, bu bir kadim tekerlemedir: “Olmayasın beş beldenin birinden, Arapkir, Darende, Divriği, Eğin, Gürün’den”. Negatif tını taşıyan bu tekerlemenin kaynağı için rivayet muhtelif. Rivayetlerin yorumunda anlamını pozitife çevirme gayreti hep seziliyor. Ama ben aldırmıyorum. Çağrışım negatif te olsa Gürün’lü olmaktan memnunum.

SAFİYE KAYA

Share this post